29 Aralık 2008 Pazartesi

Aynı Allah'ın Evlatları Değiliz

İsrail tam bir katliam yaptı.İnsanlık bu katliamı izlerken İsrail insanları değil insanlığımızı öldürüyor.Böylesi bir şiddete kim nasıl dayanabilir?Gazze’den gelen fotoğraflara iyi bakın. O karelerde insanlığın bilgiyle, teknolojiyle, siyasetle, akılla, vicdanla inşa etmeye çalıştığı ne varsa onun paramparça olmasıdır.
İnsanlığın çöküşüdür.İsrail 2009 yılına muhteşem bir açılış yapıyor.Pek kıymetli, “Müslüman”, büyük kurtarıcı, “zenci” Obama’ya anlamlı bir selam çakıyor.
İslam dünyasının petro dolar zengini Araplar, yağlı kıçlarınızı kaldırın da vanaları kapatın... Hadi...İmkansız değil mi?
Daha Dubai’de inşa edecek çok proje var...Trilyon dolarlar orada dururken iki Müslüman çocuk ölmüş... Kime ne?Ismarlanacak süper yatlar, beslenecek nadir atmacalar, kaçırılmayacak ziyafetler var...
Arap dünyası saldırıyı kınamışmış...Gazze’deki fotoğrafa bakıp hâlâ iştahla yemek yiyen Araplarla aynı dinden olabilir miyiz?Bizler, bu katliama sessiz kalamayız.Kalmamalıyız.
İsrail, insanlığa kafa tutarken Allah’ın ipi nerede? Sarılalım...Ama, önce bulalım o ipi...
Yüreklerimize asılı o ipi yakalamak vicdanımızı yoklamakla mümkün...Yataklarında öldürülen masum sivillerin Arap veya Yahudi olması neyi değiştirir...4 yaşında bir kız çocuğu katledildiğinde saf olunacak tek taraf vardır.
Bizler aynı Allah’ın evlatları olamayız.“Müslümanım” diye ikiyüzlü petrodolarcı “Arap”larla aynı safta duramayacağım...
Onlar İslamsa ben değilim.Bunların “Selamün Aleyküm”lerine , “ve aleykümüsselam” denebilir mi?
O bombaların tetiklerine basan Yahudilerle aynı insanlığı paylaşmıyorum.Bu manyak katillerle konuşulacak bir şey olabilir mi?
Verin Mescid-ül Aksa’yı... Yıksınlar... İnşa etsinler ne edeceklerse... Bu kan dursun...Saf olunacak yer insanlığını yoklayan ve bulabilenlerin yanıdır.
Dinlerin, siyasetlerin, ülkelerin ve milletlerin yanı değil...

Sen Ağlama Şimdi Gülenler, Ebediyette Kan Ağlayacak.

Gazzedeki İsrailin kanlı zaferini seyretmek eminimki hepinizi benim gibi kahrediyordur.Bu ne vahşettir!..Allahım cılız çığlıkların dışında bir ses yok. dünya nerde? Neden? Amerika ve İsrail söz konusu olunca dünya susup seyreder. neden? devletler tek bir ses olmayı denemiyor.Nerde? Birleşmiş Milletler, nerde? İnsan hakları,
Sivil toplum örgütleri, azınlık topluluklar protestolarla,yürüyüşlerle, tepkilerle insan olarak seslerini duyurmaya çalışıyor. ''Ama böylesi bir vahşete yetermi? İnsan olmak için müslüman mı olmak gerekiyor? Daha dün gibi ''oğlunu arkasına saklamaya çalışan babasıyla oğlunu'' Tıpkı bir hedef tahtası gibi vuran israil askerlerinin vahşeti akıllarımızdan silinmediki! ''bu gün ölen çocuk, yaşlı, genç bunlar insan. Ama bunu seyredip susanda bunu yapan kadar hayvandır...

Böyle politik boyun eğmelerin, böyle korkaklıkların canı cehenneme... İnsanlara çektirilen bu ızdıraplara nerde olursa olsun. Kim olursa olsun lanenetle kınıyorum...

27 Aralık 2008 Cumartesi

Davetiye

Neden? hep böyle oluyor! ben ne zaman büyüyecem!..ne zaman insanların ikiyüzlülükleriyle yaşadığım sürece karşılaşıp bunu artık normal bir şey yada bunu hayatın bir parçası olarak kabul edeceğim. Edemiyorum işte. ben hep böyle çocuk kalayım. Yada ne biliym saf deniliyorsa, öyle kalayım iki yüzlü, riyakar, çıkarcı olmaktansa, zaman zaman kahrolsamda, insanların bu davranışlarına bir anlam veremesemde ben böyle kalacağım. Sözüm ona akıllı, kurnaz geçinen insanlar, varsın benim gibileri onların tabiriyle saf salak bilsinler ama bunlar bilmezlerki. yüzlerine gülüp arkalarından konuştukları insanların aslında tam aksine onlarının kişiliklerini çok iyi çözüp bu zavallıları (Mevlana )hoşgörüsüyle insanlığa davet etmeye çalışmasıdır.

Bir çok şeyin farkında olmalarına rağmen, belki verilen samimi gülüşten mahçup olurlarda, insan taraflarını artık kullanmaya başlarlar, iyliği yaşam felsefesi olarak bilen insanlar, iyiliklerini seçmece yapmazlar. Yapacakları bir iyilikte biz iyi takınalımda hatta birazda yalakalık koyalım işin içine de bize maddi çıkar,veya prestij olarak yerimimizi bu belirler diye seçili kişilere değil.
Olması gerektiği gibi insanı, insan olduğu için sevilmesi gerektiğini, çıkar gözetmeksizin benimsemeli insanı.

Anlamıyorum yüce yaradan hepimize bir dert bir sorun vermiştirki kendi sorunlarımıza alternatifler aramayla meşgul olup başkalarıyla uğraşmayalım. Bu kendini bişey sanan sözüm ona akkılı ama özünde kuş beyinli insanlar dedikodu, kıskançlık, ve yüze gülüp arkasındanda konuşanlar!..

Aslında o insanı çekememezliğin den onu her hareketiyle yaralamayı istediklerini o kadar çok belli ederlerki,bilmezlerki kazdıkları kuyuya bir gün kendilerinin düşeceklerini, insanlık farklı bir erdemdir. Antipati ile değil. Empati ile yaşayın.Bunu deneseniz dünyayı daha güzel görüp acınası durumdan kurtulursunuz. Şöyle bir çevrenize bakın. kalp gözüyle ama!..
Tabi kalbiniz kararmamışsa eğer.
Haa bide şöyle tipler vardır. İyi görünmeye çalışan konuşurken kültür abidesi gibi! ''her konuda mangalda kül bırakmayan tipler''ama sadece konuşan, Bunların gerçek yüzünü tanımak çok zor değildir.Bunların çok kısıtlı kendileri gibi aslında bir baltaya sap olmamış eş ve dostları vardır. Onların hayata ve dünyaya bakış açılarıda normal değildir.
Buda ( bana arkadaşını anlat sana kim olduğunu söyliyim. ) Sözünü hatırlatan insanlardır. Konuşmayın! ''icraat gösterin'' Siz gibiler için bir hikayem var. Buyrun...

HADİ SEN DE GÜLÜMSE

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.
Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep olduve yakın geçmişte
kendisine yardım eden bir dostuna teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.
Arkadaşı bu teşekkürden dolayı o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantadaki
garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.


Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.


İki gündür fakir adamın boğazından aşşağı lokma geçmemişti. Karnını bir güzel doyurduktan sonra, ıslık çala çala bir apartman bodrumundaki tek odalı evinin yolunu tuttu.
Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşturdu.
Gece yarısından sonra tüm apartmanı dumanlar sarmıştı. Büyük bir yangın çıkmıştı.
Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra
bütün apartman halkı...
Apartmanın üçüncü katında oturan ve sabahki hüzünlü adama gülümseyen küçük kızın anne ve babası da köpeğin havlamasına uyanmış ve bir yangın çıktığını kısa zamanda anlamışlardı. Hemen küçük kızın odasına koşarak,, onu kucaklayıp kendilerini apartmanın dışına attılar...

25 Aralık 2008 Perşembe

Hani Nerde Kartopu


Bir telaş bir telaş! Meteoroloji uzmanlarının perşembe günü, kuzeyden gelen soğuk hava etkisini, tüm yurtta kar beklentisi olacağını söylemesi üzerine, yine sevgili basınımız her konuda olduğu gibi, ortalığı velveleye verdi... Karayolları tüm tedbirleri aldı, kulaktan kulağa herkes bu gün kar yağacağına o kadar inandırmıştıki kendini, hiç kimse olası bir ihtimali düşünmedi. Gerçi bu konudaki ikaz ve alınan tedbirler çok iyi ama dikkatimi çeken bir şey oldu, bizde fısıltı gazetesi o kadar hızlı işlev yapıyoki, canım yurdumun canım insanı bir günlükte olsa krizdir, işsizliktir bu gibi olumsuz düşüncelerden kurtulma isteği içinde kar duası na çıkmış gibi kar yağacak sözünü sürekli telafuz etti... Aslında bir şeyi kırkere söylersen olurmuş ama olmadı işte! Bu bir doğa olayı olmayabilir de düşüncesini kimse akla getirmiyor. Hepimiz bu sabah yataktan kalktığımızda ilk işimiz pencerelerden dışarı bakmak yerlerin, ağaçların bembeyaz bir örtüyle kaplandığını hayal etmişizdir.Hani fena da olmazdı... Aynı şeyi bende yaptım ama son bir haftada yaşadığımız nerdeyse sibirya soğuklarından eser yoktu tam aksine hava çokta sıcak olmamasına rağmen güneş hani naber diyip bize göz kırparcasına ışıl ışıl parlıyor ( Ey Allahım Hikmetinden Sual Olunmaz) sözünü bir daha aklıma getirdi doğrusu. Hadi bakalım yarın ola hayrola...

24 Aralık 2008 Çarşamba

Parlayan Yıldızlarım

Bazen kendini çok derin bir kuyuda hissedersin.Öyle yalnız, öyle amaçsız hissedersinki.Öncenin çok, ama sonranın hiç önemi yoktur(dün gitti yarın gelmeyecek) süzününde çokta anlamı olmuyor. Bu uzun ve siyah anlarda... Şükürsüzlük mü? bu bilmiyorum... Yoksa öncenin unutulamaması pişmanlıklarmı? Off ne büyük pişmanlıklar! Öyle ki kendine hesaplar sorarsın, bu ben değildim dersin kendine. Sana anlatılan en komik fıkralarda bile, içindeki ses sen sus gülme der...Çünkü suçlusun! Bir çocuğun elinden bebeği zorla alınmış gibi istemeden gülmeye son verirsin. Dostlarınla sohbetin en derin en güzel yerine girip sen konuşma der. Sen hep içindeki sesi dinler başını öne eğersin. Öncenin ahh öncenin içinde yaşanmamış yaşanasıca sevdalar vardır.

Başlamadan biten sevdalar, ah yüreğim ağır geliyor tüm bunlar sana. Neden? Neden hep beyaz bir gelinlik giydirdiler.Sonra çıkar gelinliği yakışmıyor sana dediler.Yakışmıştı halbuki bana bakmasını bilmemişlerdi, ben bakmıştım aynaya, sağıma, soluma kulağımda hüzünlü bir melodi çalıp durmasına rağmen yakışmıştı. Ben gözlerimden kaçarken aynadan, onlar beni çağırıyordu bizimle yüzleş diye... Dayanamadım daha fazla baktım.Gözlerim hüzün dolu gülemiyorum gelinliğimi çıkarmadan kaçmak istiyorum ordan,çıkardılar gelinliğimi siyah bir elbise giydirdiler sonra şimdi bak dediler. Baktım yine baktım sağıma, soluma sonra yine gözlerimle yüzleştim.Evet bu siyah elbise cuk diye oturdu üstüne, eteklerime acılar asılmıştı.Yaşanmamış sevdam, hüzünlerim asılmıştı.Evet bu tam sana göre çok yakıştı. Ondandanmıdır nedir bilmem siyaha sevdam başkadır.Siyah elbisem, sevdiğim anlar geceler, çünkü siyah. Önce şimdimde şimdim de öncede yaşıyor...Siyah elbisem ve eteklerime asılalanlar bırakmıyor. Ne yapıcam ben sizinle, arkamda iki parlak ışık var yalnız, sadece içimin sıcaklığını onlara borçluyum. Sanırım bana tek güç veren parlak ışıklarım... Siz gitmeyin benden ne olur, hep yanın böyle ışıl ışıl öncemin tek kazancı sizssiniz bana. Sonranın benim için hiç bir önemi yok.İki ışığım dışında yok olup gitmek isterim bazen, bir buhar gibi siyah karanlıklarda yada uyuyup hiç uyanmamak ama ışıklarım sızar yine karanlığıma, gözlerimi kamaştırırlar. Ben siyah elbisem,günahlarım,hatalarım, acılarım yaşanmamış sevdalarım ve bana sen uyuma diyen iki parlak ışığım, sen uyursan biz söneriz diyen iki parlak ışığım...

19 Aralık 2008 Cuma

SEN DE Mİ BENİ UNUTTUN BEY?

Çok beğendiğim bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Biraz düşünmek ve kim olduğumuzun farkına varmak için, belki çok geç olmadan çevremizdeki insanlara olan tutumlarımızı değiştirmemiz gerektiğini anlarız.

-Son günlerde, bir surat, bir surat ki gelinde,
Çayımı bile yarım dolduruyor bey.
Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da
Duymuyorum ne söy lediğini
Ama yine de hissediyorum bey;
Beni bu evde galiba istemiyor artık
Hey gidi günler heeey.
Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı
İki ara bir derede ne yapsın ana bu atsa atılmaz, satsa satılmaz.
Bana artık gizli gizli sarılıyor bey...
Dün akşam uyurken öptü beni biliyor musun?
Nasıl ağırıma gitti nasıl
Artık akide şekeri de getirmiyor.
Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da
Çocuklar iğreniyormuş benden.
Yok, vallahi yalan be. Hiç yapar mıyım ben öyle şey?
Gelin çocuklara masal anlatmamı da yasakladı
Üstelik seninle konuşuyormuşum diye duvardaki resmini biryere sakladı
Olsun,
koynumdaki resminden haberi bile yok!
Yine de beddua edemem bey,
Oğlumun karısı, torunlarımın anası o.
Geçenlerde üst komşular geldi,
Ne konuştuklarını duymayayım diye kapıyı üstüme kilitledi.
Duymadım, duymadım, lakin hissettim.
Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni
Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey,
Ha, sen ne diyorsun bey?
Hani bir görünsen oğluna, ne de olsa babasısın,
Seni dinler.
Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.
Akide şekeri de istemem.
Masal da anlatmam artık çocuklara
Ne olur ayırmasınlar beni bu evden
Yaşayamam nefes bile alamam
Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım?
Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.
Bastonun hala duvarda asılı.
İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hâsılı.
Hey gidi günler hey
Hani diyorum bir çağırsan
Yoksa… Yoksa sendemi unuttun beni bey
Sendemi unuttun beni bey?-


Birgün yaşlanacağımızı unutmayalım. Ve büyüklerimize bu sözleri söyletecek davranışlarda bulunmayalım.

3 Aralık 2008 Çarşamba

İmdat!.. Polis


“Polis. İstanbul Avcılar'da kalabalık bir restorandan bir kadını saçlarından sürükleyerek götüren polis yelekli şehir zorbalarının görüntüleri Türkiye'yi sarstı. 3 ay önce kendisine polis süsü veren bir grup saldırgan, restoran basıp bir kadını kaçırdı ve saatlerce tecavüz etti. Bu sırada restorandaki bir kişi bile ‘Kimsiniz, ne yapıyorsunuz' diye sormadı. Tecavüze uğrayan kadının başvurusunun ardından, restoranın güvenlik kamerası kayıtlarını inceleyen polis, 3 ay süren takip sonucunda şüphelileri yakaladı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah olayla ilgili yaptığı açıklamada, vatandaşların bu tür olaylarda kendilerini polis olarak tanıtanlara kimlik sormasını istedi. polis yeleği giyen, otosunda mavi ışık olan herkese inanmayın, kimlik sorun” dedi... Cerrah “Kimlik sorun” dedi ama soranlar da fena halde dayak yedi. Hem de gerçek polislerden. Bunun üzerine insanın aklına "polis bunu yaparsa eli silahlı şehir eşkıyaları neler yapmaz?" sorusu geliyor... Moda parkında ailesiyle otururken, polislerin kimlik sorduğu Avukat Muammer Öz, “Önce siz kimliğinizi çıkartın“2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda son yapılan değişiklikle 4. maddesine eklenen bir A fıkrası var. Bu fıkra 'Durdurma ve kimlik sorma' başlığını taşır. Bu maddede çok açık olarak der ki polis görevini yerine getirirken, kendisinin polis olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra kişilere kimliğini sorabilir. Yani önce polis diyecek ki buyurun benim kimliğim. İster sivil olsun, ister resmi kıyafetli olsun. Ondan sonra diyecek ki lütfen siz kimliğinizi gösterir misiniz?”” deyince kaburgaları çatladı, burnu ve kolu kırıldı. Servis şirketi Hakan Yılmaz da 'hakkını bilen vatandaş' olmanın cezasını ağır ödedi. Cerrah'ın sözleri 'kolluk güçlerine kimlik sorulabiliyor mu' tartışmasını ateşledi. İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi'nden Uğur Poyraz, vatandaşın polise kimlik sormaya cesareti olmadığını söyledi ve kendi meslektaşından bir örnek verdi:“Bunun işlediğini hiç görmedim. Vatandaşın yüzde 99'u sormaz. Çünkü bu cesaret ister. 24 yıldır avukatlık yapıyorum. Maalesef siz polise 'Önce sen kimliğini göster' dediğiniz vakit başınıza o kadar vahim, o kadar sıkıntılı olaylar gelebiliyor ki vatandaş belki binde bir sorma cesaretini gösterebiliyor. Hatta bunu yapan bir avukat arkadaşımız polis dayağı yedi. Avukat Muammer Öz, ailesiyle Moda parkında otururken, polisler geliyor, 'Kimlikleri çıkartın' diyor. Muammer de 'Önce siz kimliğinizi çıkartın' diyor. Sonuçta Muammer'in kaburgaları çatladı, burnu ve kolu kırıldı. Bir de üstüne polise mukavemetten hakkında dava açıldı. Çabalarımız sonucu polisler hakkında da dava açıldı ama hâlâ polisler duruşmaya getirilemedi.”“Maalesef son yıllarda polisin meslek içi eğitimi azaldı. Polise sadece silah eğitimi vermek yetmez, toplum ve insan psikolojisi konusunda polisin eğitilmesi şart. Özellikle sokaktaki genç polis arkadaşların daha dirayetli daha eğitimli olması gerekir. AB yasaları kağıt üzerinde kaldı. Çıkartılan yönetmelikler yasaların önüne geçiyor. Cezaevinde işkence nedeniyle ölen Engin Çeber polise mukavemet ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Ancak ölümüyle ilgili soruşturmada 56 kişi hakkında dava açıldığı halde, tutuklananlar sadece gardiyanlar. Bu olayda polisin sorumluluğu olduğu halde kenarda tutulduğunu gösteriyor. Böylece insanlara da polis ne yaparsa yapsın bir şey olmaz izlenimi verilmiş oluyor.”Kendimi şunu düşünmekten alıkoyamıyorum. Acaba devletin kendisine verdiği avantajları poliste, halkın üzerinde, üstünlük kompleksi olarak'mı kullanıyor. Bence polis imdat numarası yerine, imdat polis numarası koyulsun. ve Devlet gerçek anlamda Polise sunduğu avantajları esnetmeli ve haddini bildirmeli.Yoksa orman kanunları çağalıcaktır Türkiye'de

1 Aralık 2008 Pazartesi

Tıkanıp Kaldığında Hayat..


Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde, Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, Dağlara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak; Yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak..... Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli! Her gecen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; Zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, Her aksam ayni can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; Küçük şeylerle başlamalı belki;
Örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, Yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli! Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, değerli olabilmeli hayat! İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini; Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli! Su adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; Sevgisiz, soysuz kalarak! Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine... Günesin doğuşunu seyretmeli; Arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını... Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada borada; Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın! Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli! Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; Bir fırsat yasamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı! Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, Hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; Ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların; Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların... Ne, herkesi düşünmekten kendini; ne, kendini düşünmekten herkesi unutmalı! Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın;
Hep vermek ya da hep almak için... Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! Akli ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere... Hafızası olmalı insanin; Hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için! Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi; Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkini verebilsin sevdiklerinin; Zaman bulabilsin; bir teşekkür, bir elveda için... Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; ssla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten; Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan! Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...

Bozuk Simit Paraları İle Cenneti Satın Almak



Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsizlanıyordu. Defter ve kitaplarini çantalarina koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çikmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı.Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.öğretmeni, onun bu halini fark etti:- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?- Ahmet arkadaşımız var ya..- Evet, ne olmuş Ahmet'e?- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasina pek iyi şeyler koymuyor. - Eee?- Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu.Nurhan öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadariyla ailesinin durumu pek iyideğildi. Bu çalıskan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.Nurhan öğretmen:- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadariyla sizin de maddi durumunuz pek iyi değil. Yanlış mı biliyorum?- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyoyor, para kazanıyorum.- Nerede çalışıyorsun?- Simit satiyorum.Nurhan öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçeklesmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.Nurhan öğretmen, Ali'ye döndü:- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.- Çok zengin bir işadamı..- Niçin?- İnsanlara daha çok yardım etmek için,- Güzel, dedi Nurhan öğretmen. Bak şimdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumupekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.- Neden olmaz?- Üç sebepten dolayı olmaz.Birincisi: Bu para zaten benim degil. Iyilik ettigim icin Allah, beniinsanlara sevimli gosteriyor. Insanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalısanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.İkincisi: 'Ağaç yaş iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı ögrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.Nurhan öğretmen, karşısında bu biri varmis gibi dinliyordu:- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadim, dedi.- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için,ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit paraı kadardır. Eğer zengin olmadan olürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?Nurhan öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı.Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarini, elmaslarinını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SİMİT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını. Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı, Ağladı. Ağladı.Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş adimlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satin almak,Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen,bekçinin şaşkın bakışları altinda akşamın alaca karanlığına karışı vermişti Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyideğilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.Maddi ihtiyaci olan bir akrabanıza yardım edin.Yeter ki boş durmayın!Ekmeği paylaşmak ekmeği yemekten daha lezzetlidir. ANONİM
 

derince © 2008 . Design By: SkinCorner