27 Şubat 2009 Cuma

Kuzucuğum'dan Bana Son Hatıra


Sen hep yüreğimde olacaksın. Kuzucuğum ve seninde dediğin gibi beni hep gördüğünü bilerek yaşıyacağım. Yoksa ne buğday sarısı güneşten nede kartanelerinden bir mana çıkaramamki.



aşkımaaaaaaaa

seni seviyorum demek
hiç bir zaman bu kadar güzel olmamıştı
sevip sevilmemişti bu yürek
yüreğinde bana ve sevgime yer var mı?
yer varmı aşka umuda?
O zaman yukarıya bak
ben oradayım her zaman yanındayım
gündüz güneşimle gece ayımla
kimsenin kucaklayamadığı kadar
kucakladım seni
bazen bir umut olmalıyım yüreğinde
güzel yarınlarda gerçekleşmeyi bekleyen
sonra bir hayal düşlerimde
seni başka alemlere götüren
karanlık düşüncelerdeki
son yaprak olayım ben
hiç solmayan bir yaprak
seni yaşamalıyım duygularda
seni hissetmeliyim her nefes alışımda
yğmur olup yağmalıyım
her damla benim sana olan sevgimdir
ıslanmalısın sevgi yağmurlarında
aydınlığın olmalıyım sonra
kar a kartenesine ne dersin
buğday sarısı güneşimle
bembeyaz saf aşklar yaşamak için
sen benim vazgeçemediğin
gökyüzün olmamlıyım
ne sen beni unutmalısın
ne de sensiz evreni kucaklamalıyım
seni seviyorum demek
hiç bir zaman bu kadar güzel olmammıştı
hiç bir zaman böylesine
sevip sevilmemişti bu yürek
şimdi ben o güzeli seninle yaşıyorum
VE SENİ ÇOK SEVİYORUMMMM

26 Şubat 2009 Perşembe

Kendine Sor Ben Neyim Diye

Bu gün gazetede okuduğum bir haber beni bir hayli etkiledi! Ve bu konu hakkında düşüncelerimi belirtmeden de geçemedim. Olay amerikada geçiyor, "Barian Wilson, itfaiyecilikten emekli olduğu 1995 te ölümcül bir trafik kazası geçiriyor. Arabada wilsonla beraber üç papağanı var biri kaza esnasında ölüyor. Wilsonda kazada beyninde ciddi bir hasar almış ve sağ tarafıda felç olmuş. Wilson'ın yürüme ve konuşma yeteneğini kazanabilmesine imkansız gözüyle bakılır. Ve ömür boyu yatalak kalacağını söyler doktorları Wilson 58 yaşında yani çoğumuzun bu yaştan sonra, "Bundan ne köy olur ne kasaba" diye düşündüğümüz bir yaş. İşte her şey bu süreçte başlıyor..."
Böyle bir durumda acaba kaçımız hayatta kalma isteğiyle yaşamak isterdik. Yani biri vursun kafamdanda beni bu eziyetten kurtarsın tıpkı kurtuluşu olmayan atlara yapılır ya kafasına bir tane sıkılıp öldürülür...
sedece ben mi böyle hisederdim acaba?

Wilson ise bunun tam tersini yapıyor yani hayat bittiği yerde başlar felsefesini uyguluyor kazada onunla beraber sağ kalan iki papağanın sayesinde konuşmaya başlıyıp hatta ömür boyu yatağa mahkum kalacak tezinide çürütüp ve yürümeye başlıyor.Wilson aynen şöyle diyor kafamdaki yara o kadar büyüktü'ki hayatım boyunca iki yaşındaki bir çocuk gibi bile konuşamıyacağımı sanıyorlardı.(Ama ben henüz düşünme olgumu kaybetmemiştim ve eğer hala düşünebiliyorsam ben yaşıyorum ama kaderime boyun eğmememeliyim ve iki papağanım sayesinde de bir gün ağzımdan bir kelime çıktı sonra bir tane daha bir tane daha ben artık yürüyebilirdimde ve bunuda başardım) aslında bu bazılarımıza ders olacak nitelikte bir yaşam öyküsü bir çoğumuz ufacık problemler karşısında bile bize ne kadar haksızlıklar yapıldığını düşünür ve pes ederiz.Herşeyi olumsuz görmeye başlar bir perinin sihirli deyneğiyle hayatımızı değiştirmesini isteriz. Biz o kadar hazıra alışmışızki hep birilerinden medet beklemişizdir. Wilson ve onun gibi bir çok insan'ın hayatlarının bittiği zanettiğimiz yerde bize insan oğlunun istediği zaman her koşulda her zorlukla başa çıkabileceğini hissetirmesi kendi adıma konuşmam gerekirse!Bir tokat gibi suratıma iniyor...

Yüce Allah insan oğlunu yarattığı bütün varlıklardan daha güçlü ve daha donanımlı yaratmıştır.
Özümüzün bir avuç toprak ve bir damla sudan oluşturulduğunu Allaha karşı unutmayıp sadece Allaha karşı ne kadar aciz olduğumuzu unutmamak şartıyla ama öte yandanda istediğimiz sürece ölüm dışındaki tüm olaylarla başa çıkabilecek tüm donanım ve niteliklere sahip olduğumuzu unutmamalıyız.

ölümün bile tadı çıkarılacak bir olay olduğunu biliyor mudunuz? Okuduğum bir kitaptan öğrendim bende bunu (Annem ve Hayatımın Anlamı IRVIN YALOM )psikoterapi öykülerini anlatan ve okuduktan sonra hayata bakış açımı değiştiren güzel bir kitap doğrusu!'' öykülerden bir tanesinde artık kendileri için pek yapılacak bişey kalmadı teşhisi konulan kanser hastalarının sadece periodik olarak düzenlenen pisikolojik terapi seanslarından birinde geçen bir konuşma...
Hastalardan bir tanesi karşısında oturan doktora bakarak g"eçtiğimiz ay arkadaşımın biri uykusunda öldü ne şanslı bir ölüm değilmi?" Doktor neden böyle düşündüğünü sorar hastası "nasıl düşünmemki siz yaşamak isterken ve ölüceğinizi bilmek ve en acısıda her gün o içindeki tüm yaşama arzusuna rağmen ne zaman öleceğim diye beklemenin ne kadar acı olduğunu biliyor musunuz? Hayır siz bunun ne kadar acı bişey olduğunu bilemezssiniz... "

Yine hastalardan bir tanesi bu hasta çok uzun zaman dır kanserle mücale eden ve doktorların yaşaması mucize dedikleri bir hasta sanırım ölümü çok acı olarak nitelendiren arkadaşına vereceği cevaptan sonra, aslında mucizeyide içinde pozitif enerji ve her şeye olumlu bir bakış açısından kaynaklandığını sizde benim gibi farkedeceksiniz.

İşte bir anda ölümü bile gözümde başkalaştıran cevap "neden Ölümü bu kadar basite alıyorsunki?"
Bence ani bir ölüm en kötü ölüm şeklidir. Sen ve ölüm bu kadar basit misiniz?
Aileni, varsa kocanı, en önemliside çocuklarını ölümüne hazırlamak.
''Zamana ihtiyacın var. Aceleye getirilmemiş zamana''
Hayatın bitirilmemiş işleriyle ilgilenmen gerekiyor. Çünkü projelerinin gelişi güzel bir kenara atılmayacak kadar önemli!... Tamamlanmayıda çözümlenmeyide hakediyorlar. Aksi takdirde bu güne kadar yaşanmışlığının ne anlamı var arkanda güzel izler bırakmalısın bunu başardığın sürece sadece mecazen bir ölü olacaksındır. Aslında hep yaşayacaksın. Dahası diye tamamlıyor sözlerini'' Ölmek hayatın bir parçası onu kaçırmak, o olurken uyumak hayatın büyük maceralarından birini kaçırmaktır.

Bana göre sözün bittiği yer hala en küçük bir sorunda bile kendimizi bırakabiliyorsak bu yaşamlar bize ders olmalı!..
Hayat sevgiyle, iyilikle dantel gibi örülmesi gereken ve bize lütfedilen bir hediyedir kimsenin taşıyamıyacağı yükle cezalandırılmaması dilekklerimle...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Affet Beni


Affet beni yüreğim...
Açtırdım kapılarını seni sevmeyene, derinlerdeki güzelliklerigörmeyene... Sevgisizliklerine hapsettim seni...

Affet beni gözlerim...
Sana bakmayan gözlerin esiri etti. Gülerken saçtığın ışığını zindanaçevirdim...

Affet beni dizlerim...
Gelmez yârin yolunda beklettim. Ayakta durmaya dermansız ettim.

Affet beni sözlerim...
Her acı sözü yutup; hep tatlı sözler söylettim. Zehir sözlere sevgi sözlerimiziyan ettim...

Affet beni kollarım..
Seni sarmayan kollara her daim açık beklettim.Gelmeyince zalim yâr, sevdalara seni açmamaya yeminler ettim...

Affet beni gülüşlerim...
Yalancı gülmelere kanıp gönülden gülmelerimlekarşılık verdirdim. Yüreğimi ağlattılar sen yinede gülmeye devam ettin...

Affet beni ellerim...
Uzanmaz elleri tutmanı, hiç bırakmamanı senden bekledim. Bomboş kalınca üşüdün soğukluğun yüreğime işlettin...

Affet beni Yarabbim...
Verdiğin bu canın hakkını veremedim...
Yüreğimi bir kulun yaralamasına, gözlerimi ağlatmasına, kollarımı bağlatmasınaizin verdim...


Affet beni yarabbim
O'nu çok sevdim....Doğru zamanlarda yanlış insanlara, yanlış zamanlarda doğru insanlara mahkumoldu bu yürek...Belki doğruyu görmeye yetmedi gözlerim. Belki de yanlışı silmeye yüreğim...Affet Beni Yüreğim.

Dilimin Ucunda Gidişinin Hüzünlü Türküsü




Dilimin ucunda gidişinin hüzünlü türküsü, gözlerimdeyse bitmeyen, bitiremediğim, bitiremediğin aşkın yarım kalmış öyküsü...Derin bir çizikle kanayan çocuk yanım, bir yerlerde buz gibi donmuş kadın yanım ve geleceğe dair düşlerle geçmişin kaosunda boğulan kaderci bir yaşlı kadın...Hepsini harmanladım gidişinde, yüreğimi eze eze... Veda etmedin bana...Biliyorum terketmiyordun sadece kendini alıp gidiyordun! Kendini; bir beden ve bir ruhu koyup bir gemiye açılıyordun engin denizlere...Sen sadece kendini götürdüğünü zannederken aşkımın sınırlarından, benim aşkımı, aşka olan inancımı, dünümü ve yarınımı da yüklenmiştin omuzlarına...Nasıl çırpındım anlatabilmek için sana. Ama kelimelerin yetersiz kaldığı, bildik herşeyin anlamsızlık çarkında kaybolduğu bir hava boşluğundaydık...Gözünün yaşını görmedim izin vermedin buna...Ama ağlayan, hıçkıran, “seni seviyorum” diye defalarca haykıran adamın çığlığı silinmedi kulaklarımdan...Kaçışın boştu gülen gözlü adam...İnsan herkesten hatta herşeyden kaçabilir.Ama kendinden? Kaçamadın kendinden tıpkı kaçamadığım gibi kendimden... Hatırladıkça güleyim mi ağlayayayım mı bilemediğim mesajlarımı çerçeveleyip, hafızamın en ayaydınlık odalarına astım. Neler yazmıştım sana...Öfkemi kusmuştum bütün birikmişliğimle...Kudurmuştu öc alma duygum tüm deliliğimle...İstiyordum ki çektiğim acının tadı senin de dudaklarına bulaşsın...Haykırışlarım senin sesinde yankılanıp kulaklarımda dolaşsın...Benim bütün deliliğime inat bir olgunluk yapışmıştı sanki yakana...Kırmadım, kıramadım seni...Boyun eğmişliğin sessiz nidalarıyla süslüydü kelimelerin. Sen kaderin önüne katıp götürdüğü bir adamdın...Razıydın, biliyordun...Oysa ben çocuktum o veda gününde...Elinden en sevdiği, yerine başka hiçbir şeyi koyamadığı, kokusu ciğerlerine dolmayınca uyuyamadığı oyuncağı alınmış küçük bir kız çocuğuydum...Ninniler söyleyip uyutabileceğim bebeğim yoktu – ki o bebek belki aslındı hiç olmamıştı! -, gecenin kara kabuslarında avunabileceğim yumuşak bir temas eksilmişti yatağımdan – ki belki ellerim hiç dokunmamıştı böyle bir tene-...Ben yalnızlığın, en koyu en dipsiz yalnızlığın korkusuyla saldırırken silah yapıp kelimelerimi sana, sen, sen yürekli adam, sadece aşkını kalkan yaptın bu deli kadına... Ilık sular süzülürken bedenimden gözümden süzülenlerle daha çok ıslandı tenim...Sendin gözlerimden akan...İçim katılmıştı ağlamaktan...Yitirmenin ve yitirilmenin ne olduğunu öğrenmiştim eş zamanlı...Suyun beni o her zaman rahatlatan dost sesi, teskin edici teması da yetmedi gecemin karanlığına bir ayışığı katmaya...Gitmiştin, kendini alıp yanına... Güneşin altın tepsi silueti çok kez düştü denizin mavi dalgalarına gidişinden sonra...Yakamozlar kucakladı sahil boyunda denize değen ayaklarımı defalarca...Azalır mı diye bekledim yüreğimde gidişinin sızısı...Katmerlendi aşkım günden güne...Mayalandı sensizlik, sensiz gecelerde...Aşkının haykıran çığlıkları hiç eksilmedi hayatımdan...Bedeninin olmadığı günlerde kelimelerin yetişti beni ümide döndürmeye...”İçimdesin” diyen bir adamın sesi yankılandı hep başka seslerin içinde...Biliyorum aşkım içindeyim çünkü beni de götürdün yanında...Sensiz hudutlarda yaşayan bir kadın tanıyorum ama içi senle dopdolu...Ve bir adam tanıyorum kadının olmadığı bir mekana teslim olan...Ama yalnız değil adam. Kadını da götürdü yüreğinde...Aşkın adı, aşkın tadı hiç eksilmedi uzayan kısalan ama hep varolan günlerin ve gecelerin akıp giden ritminde...Tek bir ruh ikiye bölündü iki ayrı bedende...Sen ve ben...İçiçe, çözülmemecesine... Seni Seviyorum, Senin beni sevdiğin gibi hem de...

20 Şubat 2009 Cuma

Elveda Kuzucuğum

Avatarına bir resim koymuştu kuzucuğum. Arkası dönük kafasında kapşonu esrarlı bir akşam portresinde. Belli belirsiz görünüyor.Elleri cebinde gidiyor arkasına bakmadan. Şu an dinlediğim şarkı sözündeki cümleyi anımsatırcasına "(konuşacak bir tek dostum kalmadı"diyip gidiyor.
Elleri cebinde kuzucuğumun, nasıl sevinirdin sana kuzucuğum dediğimde? Bana hep gideceğini söylerdin. Bense umursamaz bir tavırla hadi be ordan derdim. Bilmiyordumki kuzum sözünü tutacağını! "seni çoooooookkk seviyorum" derken "çok" kelimesini özellikle uzattığının kıymetini sen gidince anladım kuzucum neden? Şimdi anladımki yine keşke "hiç keşkeler" olmasaydı sözü önemini koruyor. Ahh keşke... Bir sürü bir sürü şiir yazıp gönderirdin bana, bir tanesini mail atmıştın çok beğendiğimi söyleyince yok oldu oda seninle ne oldu bilmiyorum.
Kuzucuğum ne vardıki bu kadar delikanlı olupta sözünü tutacak biz ne delikanlılar gördükte sözünü tutamayan ne olurduki sende bu seferlik sözünü tutmasaydın.
İlgilenmediğim zaman hemen anlar kızar giderdin benden ama birkaç güne kalmaz yine dayanamaz gelirdin, sonra sanki üzen senmişin gibi özür dilerdin benden. Daha 19 yaşındaydın ama öyle yaşamış öyle doluydunki çoğu zaman şaşırtırdın beni. Olgun beyninle bu dünya sana çokmu boş geldi alın dedin sizin olsun çirkinlikleri yaşamaya devam edin dedin ellerin cebinde başın önünde çektin gittin. Hani beni çok seviyordun olmadıki!
Bu kötü şakayı sana yakıştıramadım. İlk karşılaştığımız an geldi aklıma şirinliklerinle hemen ilgimi çekmştin sonra konuştukça aslında ne kadar yaralı bir kuzu olduğunu farketmiştim.
"Annem beni doğarken ölmüş" diyip kendini suçlardın. Sana bu konuda saçmaladığını inandıramıyordum. "Babam başkasıyla evlendi şimdi o mutlu bir karısı bir çocuğu var başka bir hayatta yaşıyor" demiştin. Sevmiyorum der sonra böyle düşünme dediğimde banada kızar giderdin. Bazen başımı dizine koyayımmı derdin. Ben kaçardım çünkü biliyordum bana ihtiyacın olduğunda yanında olamıyacağımı tıpkı son gidişindede yanında olamadığım gibi, sana bende bir acı çektirmekten korkuyordum. Giderken beni sevenlerine emanet etmişsin. emanetin bu kadar değerli değilki be kuzum
" Beni nasıl mahçup ettin bir bilsen!.. Yüreğimi nasıl acıttığını bir bilsen
Yaralıydın, sevgiye ihtiyacın vardı ve bunu bende doldurmaya çalıştın kuzucum bense sana yeteri kadar önem gösteremedim .
Eğer bişeyleri değiştirecekse biliyorum günahsız gittin. Çünkü sen bir melektin o yüzden beni duyuyorsundur senden özür diliyorum.
Keşke bende şu an gittiğin yerde ne yaptığını görüyor olsaydım ama eminimki anneciğin hasretle sarılmıştır sana Kaan'ım hoş geldin demiştir. Sende hasret olduğun kokusunu doya doya içine çekmişsindir
Bana onun hakkında okuduğun şiiri onada oku emi kuzucum!
Anne hasretin bitti kuzucum.
Seni hiç unutmayacağım o kadar temizdinki benim duama bile ihtiyacın yoktur, ama ben hep duacın olacağım bir kerede ben yazıyım Bedirhan Gökçenin okuduğu annem şiirini senin yüreğinle Allah izin verirse bir gün uğrayacağım sana söz. Senin bana duyduğun sevgin için. Rahmetle sevgiyle kal kuzucuğum...
ANNE

Merhaba anne,
Yine ben geldim.
Merak etme okuldan çıktım da geldim.
Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali, "Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder."
demişti de onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen, sağ elimde sarımsak, sol elimde
soğan dedirte dedirte öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık anne, sağım neresi, solum neresi
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu.
Şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde:
Şuram acıyor işte, şuram demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
Bak şimdi söylüyorum. Şuram işte,
Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de hep acıyor anne her gün.
Dün sabah annesi Ayşe'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi.
Ben de ağladım,
Ağladım hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi?
Düştüm, dizim çok acıyor dedim.
Yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
Bugün ben de saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam; "Ben bilmem ki kızım." dedi.
Bari okula sen götür dedim.
"Kızım, iş" dedi.
Ben de bana ne dedim, ağladım.
"Kızım, ekmek" dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha, bi de sol yanım yine çok acıdı anne.
Herkesin çorapları bembeyaz,
benimkiler gri gibi.
Zeynep, "Annem, beyazlara renkli çamaşır
katmadan yıkıyormuş" dedi.
Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uffff, babam, her gün
peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye,
börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını
bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor?
İzin verme anne,
Ne olur toprağına el sürdürme!
Eve gidince aklıma geliyor bi de
bunun için ağlıyorum anne.
Bak, kavanoz yanımda,
toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne?
Her gelişimde aldığım topraklarını
Şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp
başucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum
anne.
Ha unutmadan,
Öğretmen yarın anneyi anlatan
bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama
bana ne kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi,
nasıl anlatacağım anne.
Senin adın geçince sol yanım
acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sen de ama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,
Sen rüyama gelmeyince
Sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim anne, çooook.
Bedirhan Gökçe

19 Şubat 2009 Perşembe

Sevgi nedir?

El ele tutuşup çocuklar gibi çocukluğunu mu yaşamak, yoksa beraber yağmurda mı ıslanmak, sabah beraber uyandığında o uyurken onu seyretmek mi? Hiçbirşeye ihtiyaç duymaksızın ; ekmeği onun bakışlarında, suyu onun dokunuşunda mı yaşamak? Sadece o olmalı dosta ne gerek varki? Dostsa o, yarsa o, öyle bir sevgi olmalıki onun baktığını sevmeli, sadece onunla o an olsun diye sonraki hayatını boş vermeli sadece onunla o anı yaşamalı. Gerkirse kurşunlarıda göze almalı! O senin başının belası olmalı, onun uğruna çektiğin her acıyı baş üstünde taşımalı. Gözlerine bakınca Allahı görmeli erimeli. Bakışlarında cenetti görmeli, rahmeti ,şefkati görmeli. Kim nederse desin sadece gelmiş o, gelecek o olmalı.

Sevgi ah sevgi, var mı acaba bu kadar değerli olduğunu bilen bir sevgili, var mı sevgiyi sırf kendi sevdiği için yaşayan biri?

Sevgi, bir çocuğun göz yaşıdır, dokursun ıslak ıslak. Sevgidir insanı var edende, yok edende. Seviyorsan, güneşin doğuşudur dünyanı ısatan, ayın ışıltısıdır karanlığını aydınlatan.

Sevmeyi biliyorsa insan, insan olabilir ancak!

Tüm sevgiler sizinle birlikte olsun!
 

derince © 2008 . Design By: SkinCorner