29 Nisan 2009 Çarşamba

Unutmayalım ki Yarın Kimseye Vaat Edilmemiştir


İçeri girer girmez neşeyle bağırdı
Anne biliyor musun bugün yuvada ne? oldu
Görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum.

Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda... Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu.

Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti: -Sana yardım edeyim mi ? dedi, en sevimli halini takınarak.

Annesi manalı manalı baktı: Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğrasmayayım. Çok yorgunum zaten. Yorgunluk nasıl bir şeydi ? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır : -

'Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..'diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.

Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.

Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.

Bu kelimeden nefret ediyordu.'Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken'....

Anneciğim sen yorulma, diye...

Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.

Hani siz yoruluyorsunuz ya...Eeee....Bende oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem? Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.

Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını.Deli tavsanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldıraraktavşan kafası yaptı.''Bak deli tavşan'' diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hürdolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmsıyla kayboldu. Kolu yavaşçakanepeden aşağı sarktı.

Sonra ışıklar geldi.Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşcasına aralanan gözleriyle mırıldandı;

İşin bitince beni sever misin anne? dedi.Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.

Lütfen sevgimizi yarınlara ertelemeyelim. Hayat telaşına kaptırıp kendimizi, sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
Unutmayalım ki, yaşamın en güzel yanı sevgidir.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Tedbir İle Takdir

Halbuki ne güzel unutmuştuk. Aslında unutmayı istemiştik. yine kendini hissettirdi yine deprem 99 yılını acıyla yadettik. Öncelikle bu konuda ne kadar hassas olursak olalım ölümü bile çabuk kabullenen ve ölümün en acı manzaralarına şahit olmamıza rağmen tedbirsiz, olmamız ve o an yaşadığımız paniğin,olayın kendisinden bize daha çok zarar verdiğini unutuyoruz.
Aklımda kalan bir kaç örnek vermem gerekirse ''İstanbulda bir filmin gala gecesinde çıkan panik ve yaralı sayısı (yüzlerkişi) İzmirde bir kaç yıl önce 4.4 şdettinde sırf balkonlardan atlayıp yaralananların sayısı''küçümsenmeyecek kadar çoktu. Böyle olası durumlarda aslında ne kadar tedbirden önce paniğe sarıldığımız ve devamında önlenemez sonuçlarla karşılaştığımızın resmidir.
Halbuki istersek bu tür zamanlarda kendimizi ilk yardım ve olası olayların öncesindeki tedbirleri öğrenebileceğimiz bir çok yol vardır.(Sağlık Bakanlığınca onaylı bir çok ilk yardım merkezlerinden yardım alıp kendimizi bu konuda geliştirebiliriz) NedenseÜlkemizde bu konuya çok az insan duyarlıdır. Maalesefki bu yüzden çok kaderci bir milletiz. Reflekslerimiz mantığımızdan önce hareket etmeye başlıyor; Bunun devamında kaçınılmaz üzücü olaylar yaşıyoruz.
Peki hayatımızı yaşarken kendimizi mahkum ettiğimiz kaderlere ne demeli.
Bu akşam deprem kendini bize 4,1 şidettiyle hatırlattı ve yine bildik manzaralarla.
Tabi bunu benim gibi Marmara bölgesinde yaşayanlar hissetiler. Bu akşam yaşadığımız deprem ana üstü Tekirdağ ve ilçeleriydi Allaha şükürler olsunki can ve mal kaybı olmadan atlattık.
Tüm dünyada gelişmiş toplumların çok gerisindeyiz. Bir ev alırken yada kiralarken hangimiz nasıl bir yapıda yaşacağımızı önemseriz. Biz Türk toplumun'nun olmazssa olmazlarından biri ev sahibi olma isteğimizdir.Kimseye muhtaç olmadan başımızı sokabilecek bir ev için yıllarca didinip dururuz; Bizim için o kadar önemlidir'ki bütün ihtiyaçlarımızdan ödün veririz...
Halbuki birazda bilinçli davransak. Çok cüzzi bir paraya mal olan bu konuda uzman kuruluşlardan yardım alıp(Belediyelerin ve Üniversitelerin beton araştırma ve yapı labaratuvarları) gibi yerlereden bina yapı araştırması yaptırırsak en azından yıllarca uğraştığımız büyük hayalimiz evimizin, içindede daha rahat yaşayabiliriz.
Belki biz göremesek bile ilerde çocuklarımız bizden kalan evlerde tedbirimizden dolayı mutlu ve sağlıklı hayatlar yaşayacaklardır. 99 depreminden sonra! Sadece alacağamız veya kiralayacağımız evlerin zemin etüdü sorusunu sözde bir var. Sözüne inanıp ikna oluyoruz. Şunu unutmamız gerekiyorki alacağımız tedbirlerle hayatımızın önemini kendimiz belirleriz. Kıssadan hisse bir fıkrayla konuyu bağlamak istiyorum. Millet olarak bu uyarıları dikkate alıp tedbirli vede güzel umutlu yarınlar yaşamamız dileğiyle.
HOCA EFENDİ
Hoca efendi camide vaaz vermektedir.tam o esnada bir tusinami oluşur ve köy sular altında kalmaya başlar.
Cemaat camiyi hızla terketmeye başlarken hoca efendiyede hocam hadi öleceksiniz derler
Bizim hoca efendi Allah sevdiği kullarını korur. benim kaçmama gerek yok der
Sular camiyi kaplarken hoca minarenin minberine çıkar. Hoca efendiye bir bot gönderirler
Hoca efendi gitmemekte ısrarlı Allah sevdiği kullarını korur der.
Sular iyice yükselir.
Hoca minarenin tepesine çıkar. bu seferde hocaya bir helikopter gönderirler.Hoca efendi yine Aynı sözü tekrar eder Allah sevdiği kulları korur.Bizim Hoca efendi sulara gömülüp ölür.
Melekler karşılarlar. Hocam buyrun nereyi arzu edersiniz.
Hoca efendi ben Allaha küsüm diyip omuz silker.
Benim bütün güvenime ve sarfettiğim sözlerime rağmen Allah beni korumadı der.
Gayipten bir ses! O salak kuluma önce bir uyarı, sonra bir bot, sonrada, bir helikopter, gönderdik.
Bizim bütün uyarı ve kurtarışımıza kulak vermedin bu salağında cennetimde yeri yok der
.

Sözün Özü

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"... Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir? Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?Ve ıslak toprak kokusu
var mıdır dosyalarınız arasında?Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
Müşfik KENTER

25 Nisan 2009 Cumartesi

SENİ SEVİYORUM

SENİ SEVİYORUM!
Sadece kimolduğun değil,sen olduğun İcin ve seninle
beraberken kim olduğumu, benligimi anladigim icin.

SENİ SEVİYORUM !
Sadece kendine yaptiklarin icin degil,
bana kattigin güzellikler icin.

SENİ SEVİYORUM !
İcimdeki cocugu, sakli kalmis ben'i yeryüzüne
cikardigin ve sana ihtiyacim oldugu her an tüm
duyarlılığınla yani basimda olduğun icin.

SENİ SEVİYORUM !
Elini kalbimin üzerinde hissettigim zaman,
üzüntülerimi alip, onlarin yerine simdiye kadar
hic kimsenin basaramadigi o sicakligi, o ictenlik
ışığını ini bana duyurmayi basardigin icin.

SENİ SEVİYORUM !
Hayatimi kutsal bir sevgi tapinagina cevirdigin
ve her günümü yasam senligine, unutulmayan
Şiirlere dönüstürdügün icin.

SENİ SEVİYORUM !
çünkü, sen, simdiye kadar hic basaramadigim seyleri,
kendimle dost ve barisik olmayi ve hic bir zaman
tadamadigim kadar mutlu olmami sagliyorsun.
ve bütün bunlari yalnizca sözlerinle, dokunusunla
yada isaretle degil, kendin olmakla yapiyorsun

ALINTI

23 Nisan 2009 Perşembe

Gülsüm Ana İle Menekşe Gözlü Umut

Menekşegözlü Umut, henüz 18 yaşında bir trafik kazası geçirip hastaneye getiriliyor."Oğlunuz kaza geçirdi hastanede yoğun bakıma alındı" denicek bir ailesi bile yok.
Menekşe gözlü Umut, iki ay yoğun bakımda kalır. Yoğun bakımdan çıktıktan sonra bile makinalara bağlı olarak beslenir. Gülsüm Ana, kaybettiği görümcesinin acısını yaşarken, Umud'un kimsesizliği onun kulağına gider. Hastanedeyken bir kere görmek ister kimsesiz Umud'u Yatağının başına geldiğinde yeşil gözlü Umud'un gözlerine bakar pırıl pırıldır...
Gülsüm Ana bir daha umuttan kopamaz. Gülsüm Ana'nın üç oğlu ve eşi vardır. Eşinin gözlerinin içine bakar "buda 4. evladımız olsun mu?" der. Eşi "olsun Gülsümüm" der.
Oğulları onu hemen kardeşliğe kabul ederler. Gülsüm Ana Umud'un ellerinden tutar, sıcacıktır. " Seni asla bırakmıyacağım" der ve o günden sonra tam sekiz aydır yeşil gözlü Umud'a, annelik yapar. Hastane odalarında doktorlar makinadan beslenemezsse ölür dedikleri Umud'u, Gülsüm Ana elleriyle beslemeyi başarıyor.
Fedakar eş her hafta Gülsüm Ana ve Umud'a temiz çamaşır ve çarşaf getiriyor. Kardeşler fırsat buldukça anne ve Umut kardeşi ziyaret ediyorlar.Umut bir süre sonra Gülsüm Anneye bakarak yalvarır bir şekilde "anne" der. O "anne" dedikçe Gülsüm Anne yıkılır.
"Tamam Umud'um anneni bulacağım sen böyle ışıl ışıl bakmaya devam et. sana, anneni bulacağım" der. Umud'un ağzından ilk ve son çıkan söz "anne"dir.

Gülsüm Ana bir taraftan çok acı duyarken, bir taraftanda Umud'un sadece "anne" demesi bile yüreğine umut koyar. Aslında Umut, Gülsüm Anaya, Gülsüm Ana Umud'a bir umut olmuştur.. Umud'un adı da kendinin değildir. Üstünden bir kimlik bile çıkmamıştır. Doktorlar "Umut" demiş adı öyle kalmıştır.Elleri öpülesice Gülsüm Ana ve eşi hiç tanımadıkları Umud'u bağırlarına basarken sadece bir "anne" diyebilen Umud'un annesi nerede?
İzlerken içimin parçalandığı bu insanlık dramı bir taraftan bize neler oluyor? dedirtirken, bir taraftanda Gülsüm Ana gibi insanlık abidesi bir fedakarlığıda görmek bir o kadar beni derinden etkiledi. Bazı annelerin yeni doğan evlatlarını çöplere atması, bazı çocukların anneleri tarafından terkelmesi, ya bazılarımıza nedemeli anne ve babalarımızdan kurtulmak için kendimizce mazeretler bulur. Bu bizim ne aslımıza, ne neslimize, nede dinimize, en önemliside vijdanımıza yakışmaz.

Annelik denen kutsal görevi en güzel şekilde yapan güzel annelerimizi tenzi ederek söylüyorum ki; bir tane Gülsüm Ana, hepimizi yaptıklarımızdan utandırmalı. Allah umutları söndürmesin. Gülsüm anaları başımızdan eksik etmesin ki, sadece doğurganlık bahşedilmiş sözüm ona anayım diyen kadınlar utansın. Umut gibi umutları terkedip giden babalar, utansın.
Bazılarımızın tüm imkanlarımızı seferber etmemize rağmen sahip olmayı çok istediğimiz ama bir türlü olamadığımız, dünyanın en güzel, en saf, varlıklarını yani çocukalrı, bazılarımızada lütfedilen bu güzellikleri taşımayı bilemememiz.

Kimimizde hiç tanımadığımız bir evladı en zahmetli haliyle bağrımıza basıp insan olmanın erdemini en güzel şekilde temsil eden Gülsüm annelerde bize şapkamızı önümüze koydurup kendimizdeki eksiklikleri düşünmeyi sağlıyor. Gülsüm ana bu gün kendini paralayarak ağlıyordu. Umudun annesi çık ortaya! Umut sadece anne diyor. Ben onu göğsüme koyup uyutuyorum. Ama o senin göğsünü istiyor diye yalvarıyordu. Allah Umudun annesinin içine vijdan ve merhamet tohumları atsın. Umudun hayata tekrar dönmesi vede annesine kavuşması için dualarımıza ihtiyacı var. Allah hayvanları bile annesiz bırakmasın derken benimde iki evladım var. Benim ömrümden alıp onlara vermesini dilerim. Tüm anaların Gülsüm ana merhameti taşımaları dileğiyle

16 Nisan 2009 Perşembe

Yaşanmışlık ve yaşanmamışlık adına

Nedendir bilmiyorum? Bu şarkıyı dinlerken ben otursam bile başım beni alır uzaklara götürür. Muhayilimde kalan bir kaç resimlik çocukluğuma, elimden kayıp giden yaşanmamış gençliğime. Şimdi mi? Bir bardak şarapla geçmişe, belkide yaşarsam gelecekte de bu güne ağlayacağım. Neden bu tezatlar zincirinde yaşıyoruz ki? Ruhumdaki tutarsızlık mı? Yoksa bu şarkının beynimde oluşturduğu geçmişe yolculuk mu bilmiyorum, ama Söyleyen güzel söylüyor söylenen güzel söyleniyor. Fazla söze gerek yok dinleyelim.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Azıcık Gülümse

Haberi aynen yazıyorum. ''Artyol Sidorkin isimli Ural bölgesinde yaşayan adam, ladin ağacının tohumunu ağız yoluyla yuttu. Tohum akciğerde bol oksijen yardımıyla yeşerdi ve büyümeye başladı.''
Durun daha bitmedi bu fidan 6 cm boyutuna geliyor. Adamın akciğerinde.
Allahım ''Hikmetinden sualolunmaz''Sözü'nü yine hatırladım.
İnsan beyni bu. Aklıma türlü türlü hayaller geldi.


Düşünebiliyormusunuz? üzüm, yiyip çekirdeğini yuttuğumuzu akciğerimizde, bir asma, ağacının büyüdüğünü,
hemde asma dalları uzadıkça uzar ağzımızdan çıkar tüm vücudumuzu sarar, hatta bide salkım salkım üzüm, verir Asmamız yolda yürüyoruz ,teyzenin biri evladım canım üzüm çekti. Şurdan bir salkım versene ağğ teyze lafımı olur alsana bir salkım üzüm,


yada bir elma ağacı düşünüyorum. Yani herkes kendi meyvesini kendi üretiyor.

Eminimki Derin espirilerine biraz daha çalışman lazım diyeceksiniz ama Hayal gücüm bu şekilde meyve verdi.:)


E haberde komik geldi. Paylaşayım dedim.

Varsa sizinde bu konu hakkında paylaşacağnız daha komik fikirler yorumunuzu beklerim.

herkese sevgiler.:)




14 Nisan 2009 Salı

Yolun Yarısı

Yaşamın bu kadar hayatın bu kadar kısa vede anlamsız olduğunu Cahit Sıtkı Tarancın'nın "Yaş Otuzbeş" şiiri gibi özetleyen, yüzümüze bir tokat gibi inen bu gerçeği malesef ki bu yaşlarda anlıyoruz.. Ne için Kavgamız? Ne için Sevdamız? Evet yaşamın hepsi topu topu bu işte. Arkanıza dönüp baktığımızda hiç bitmeyecek sandığımız koca bir ömrü, o an avucumuzda tutup bakmak... Elimizde tıpkı bir kaç ''deniz kabuğu'' gibi belli belirsiz görünen yaşanmışlıklardan başka ne varkı?
Bir 35 daha yaşasak ne farkeder ki? Belki avucumuzda ki birkaç deniz kabuğunun daha sayısı artıcaktır. Daha çok ahh demek için! Bunca uzun zannettiğimiz aslında kısacık bir tiyatro sahnesinde ya çok kötü oynayıp, yuh yiyeceğiz ya da bir alkış fırtınası koparıp gülümseyerek hayata "ben seni yaşanması gibi yaşadım" diyip gözleri açık gitmeyeceğiz.

Seçim bizim... Hayat bakıldığı gibi görülüp yaşanır. Biz bundan kendimize ne çıkarırsak alkışımızıda kendimiz belirleriz...
Cennettin en güzel pencerelerinden bakmanız dileklerimle :)

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla tasında.

Cahit Sıtkı Tarancı

5 Nisan 2009 Pazar

Öyle Bir Şey İşte

Saat 5:55, sanırım uyumakta zorluk çektiğim geceler olmazssa bloğuma yazmayı unutacağım. Aslında bu saatte ne yazılır ki? Son günlerde yöresel "kol bastı" oyunumuzun bir reklam sayesinde hit olmasını mı? Ya da Obama'nın Türkiye'ye gelişi ve bundan dolayı Ankara ve İstanbul'da hayatın duracağını mı?
Buldum! Sanırım, benim gib işten çıkışını kutlayan, şu anki kriz koşullarında kira, aidat, faturalar, zorunlu ihtiyaçlar bunların hiç birini umursamayıp prensiplerinden taviz vermemek adına istifayı basasan bir sürü insan vardır. Aslında cesaret olarak algılanmasını istediğim için yazmıyorum. Açıkçası pekte akkılıca değil belki ama, bir İnsanın kendi kararları, prensipleri ve en önemlisi de insan üstünde sürekli negatif, bir etki bırakan, sağlıksız insanlarla ve de ortamlarda çalışmaması gerektiğine inanıyorum.

Kaba bir tabir ama, eminimki bir çoğumuz ekmek parası için "ayıya, dayı" demek zorunda kalıyoruzdur. Bana komik, aynı zaman da acınası bir etki bırakan bu ayıların; bir çoğu aslında ya birilerinin sırtından ezmeye çalışır ya da başkalarından kalan mirasla, emek vermenin ne olduğu hakkında ufacık bir fikri olmadıkları için emekleri sömüren ayılardan olurlar.

Bu mahlukatlar genelde kendilerini boy aynasından değilde, dev aynasından görürler. Basit beyinleri sadece küçük hesaplar dışında birşeye çalışmaz. Birilerinin gücüne sığınarak "Kraldan çok kralcılık" oynayan sözüm ona insanlar vardır...
Asıl insanlığın, kendi alın teri olacağı, gerekirse bir kasa limon alıp pazarda satıp aslan gibi dolaşması gerektiğini bilmezler. Acınası dedim; bu "insanım" diyen zavallılara acıyorum. Birilerinin boyundurluğu altında yaşamak, her halde hiç bir insanın yaşamak istiyeceği bir durum değildir. Kendi iradesini kullanamayan bir insan; sırf para için etek öpen bir ayıya "eyvallah" etmemenin mutluluğunu yaşıyorum.

Bunu da gerçekten kutladım: Cebimdeki son paraya kadar kredi kartımın son limitine kadar, kira, gelecek faturalar, ödenecek, hiç düşünmeden; insan istedikten sonra başaramayacağı şeyin olmadığına inananlardan olarak harcadım. Nacizane fikrim olarak da; böyle el etekçilerle zaman kaybetmektense, gider o limonu ben satar kendi işimin patronu olurum. Bu bir kasa limon bile olsa! Yeterki sağlık olsun! Azim olduğu sürece başaramayacağımız hiç bir şey yoktur. Herkesin "kralcı" değil"de limon kralı olması dileklerimle...


Sevgili blog saçmaladın deme bana bu saatte bunu yazabildim:)




 

derince © 2008 . Design By: SkinCorner